Kamuoyunda “yenidoğan çetesi davası” olarak bilinen davada sanık müdafii olarak görev alıyorsunuz, son zamanlarda bu dava hakkında oldukça çarpıcı haberler çıkıyor. Davayı bizzat takip eden bir avukat olarak bize kısaca davayı özetleyebilir misiniz?
Bu dava; şu anda tutuklu yargılanan sanıklardan birinin CİMER’e yaptığı bir şikayet üzerine, esasen başlangıçta SGK’dan haksız kazanç elde etme yani SGK’ya karşı dolandırıcılık şüphesi ile başlatılmış ve bu yüzden de dosyasının mali suçlar şubesince, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yürütülmüş bir soruşturmanın mahkeme aşamasına taşınması. Telefon dinlemeleri yapıldıkça soruşturma kapsamına başkaca suçlar da eklendi, bunlardan en çarpıcı olanı ve kamuda infiale sebep olan iddia ise; bebek ölümleri ile ilgiliydi ancak bebek ölümleri ile alakalı sanıkların bir ihmali, kastı veya illiyet bağı olup olmadığı tıbbi belgeler ve Adli Tıp Kurumu raporlarıyla kesin olarak henüz ortaya konulmuş değildir. Tüm soruşturma evresi ve şu ana kadar yapılan yargılama tape kayıtları üzerinden ilerledi.
Dosyadaki doktor ve hemşirelerin ve özel hastanelerin daha fazla para kazanmak için bebek ölümlerine sebep olduğu söyleniyor. Bu konu hakkında ne diyeceksiniz?
Belirttiğim gibi; ortada henüz kesin bir maddi delil yok. Zaten yargılama bunun için yapılıyor. Yargılama kapsamında Adli Tıp Kurumundan alınacak raporlar ve toplanacak diğer tüm deliller neticesinde maddi gerçek ortaya çıkacaktır. Ancak sanıkların henüz yargılaması başlamamışken, her biri medyada bebek katili olarak lanse edildi. Dosyada bebek ölümleri ile ilgili yargılaması yapılmayan, yani bebek ölümlerinden sorumlu tutulmayan pek çok sanık var ve bu sanıklar da haksız yere bu damgayı yedi. Masumiyet karinesi gereği; bebek ölümleri nedeniyle yargılaması yapılanlar için de esasen aynı haksızlık geçerli. Bu dava sonunda hakkında beraat kararı verilmesi muhtemel olan her sanık, senelerce “bebek katili” gibi korkunç bir ithamla yaşadığıyla, buna göre gördüğü muameleyle kalacak. Bunun ne kadar doğru olduğunu vicdanlara bırakıyorum.
Bir diğer iddia olarak; SGK’ya fatura edilen bazı ilaçların bebeklere uygulanmadığı ve hastane dışına çıkartılarak usulsüz satışı yapıldığı söyleniyor. Bu konudaki görüşleriniz neler?
Bu suçlamayla ilgili olarak yargılanan bir kısım sanık savunmalarında, “ilaçların şişelerde standart miktarlarda bulunduğu ancak her bebeğe aynı dozda ilaç verilmediği, bebeğin kilosuna göre ilaç dozunun ayarlandığı ve dolayısıyla bir miktar ilacın arttığı, artan bu ilaçların eskiden çöpe atıldığı, sonrasında ise artan ilaçları çöpe atmak yerine başkalarına satılabileceği gibi bir fikre kapıldıklarını ve bu nedenle birkaç defa bu şekilde ilaç satışı yaptıklarını, kısaca ihtiyacı olduğu halde ilaç verilmeyen hiçbir bebeğin olmadığını, satılan ilaçların zaten artan ve çöpe atılacak olan ilçalar olduğunu” beyan ettiler. Sanıkların savunmaları karşısında hukuki nitelendirmeyi elbette mahkeme yapacak ve buna göre nihai bir hükme varacaktır.
Yine bir başka iddia; ambulans şoförlerinin 112 servisini devre dışı bırakarak hastaları anlaşmalı oldukları özel hastanelere yönlendirdiği söyleniyor. Konu hakkında ne diyeceksiniz?
Bu konuda malesef iddianamede yer almayan ancak mahkeme dosyasına giren belgeler, yoğun bakım ihtiyacı olan bir bebek için günlerce hastane arandığı, 70 defa 112 ile telefon görüşmesi yapıldığı ancak hastane bulunamadığını ortaya koyuyor. Zaten davanın başından beri, iddianamede iddia edilen “112 sistemini bertaraf etmek” nasıl mümkün olabilir, bunun mantıklı bir açıklaması yapılabilmiş değil ve böyle bir şeyin varlığı da kanıtlanabilmiş değil.
Dosyada pek çok tape kaydı var ve bu kayıtların bir kısmı gerçekten çok çarpıcı, bunlar hakkında ne diyeceksiniz?
Evvela şunu söylemek isterim; hukuk fakültesi öğrencileri dahi tape kayıtlarının tek başına herhangi bir suçun ispatına yeterli bir delil olmayacağını bilir. Zira birisiyle yaptığınız telefon konuşmasında saçmalayabilir, gerçek olmayan şeyler konuşabilir ve hayal ürünü laflar edebilirsiniz. Bu ülkede dinlenme oranı on milyonları geçmiş “Kennedy’i Ben Vurdum” adında şarkı var. Tape kayıtlarının tek başına delil niteliği vardır denmesi, bu şarkıdan dolayı şarkı sahibi hakkında işlem yapılması kadar abes bir durumdur yani. Öte yandan dosyadaki tapeler zaten önü arkası belli olmayan, dolayısıyla konuşmanın akışını ve içeriğini tam olarak anlayamayacağınız, özenle cımbızla çekilip konmuş türden. Biz iddianame yer almayan tape kayıtlarının hep sanıklar lehine olduğunu görüyoruz. Bu da büyük bir soru işareti.
Sizin müvekkiliniz neyle suçlanıyordu ve nasıl tahliye oldu?
SGK’ya karşı dolandırıcılıkla suçlanıyor ancak benim müvekkilimin bana göre dosya ile yakından uzaktan hiçbir ilgi ve alakası yok. Zaten 1.400 sayfa iddianamede ona ayrılan bölüm 2-3 cümleden ibaret ve isnat edilen eylemi de eylemle bağdaştırılmaya çalışılan suça zerre uymuyor. Benim nezdimde müvekkilim deyim yerindeyse kalabalıkta kaynayarak dosyaya girmiş. Eğer medyada bu dava hakkında Tüm Türkiye’yi ayağa kaldıracak yanlış ve yanıltıcı bilgi içeren haberler yapılmasaydı ve bu korkunç algılar oluşturulmamış olsaydı belki de daha soruşturma aşamasında hakkında takipsizlik kararı verilebilir veya en azından mahkemenin henüz ilk celsesinde tahliye olurdu. Dosyayla hiçbir alakası olmayan müvekkilim bile medyadaki algı yüzünden, 10 ay boyunca üstelik bebek katili damgasıyla tutuklu kalmış oldu. Bu konuda elbbette ki müvekkilim de yasal haklarını arayacaktır.
Son olarak söylemek istedikleriniz, bu dava ile ilgili bilinmesi gerekenler nelerdir?
Herkes öncelikle şunu çok iyi bilmeli; soruşturma dosyası son derece eksik ve özensiz hazırlanıp mahkemenin önüne koyuldu. Özellikle sanıkların lehine olan hiçbir delil, soruşturma aşamasında toplanmamış. Bu bir maddi gerçek ve dosyayı inceleyen hiçbir hukukçunun inkar edemeyeceği bir konu. Davanın yargılamasını yürüten mahkeme heyeti, bu zamana kadar adeta yeniden bir soruşturma yürüttü ve dosyaya sonradan giren delillerin neredeyse tamamı sanıklar lehineydi. Dolayısıyla medyada çıkan manipülatif haberlere daha fazla prim verilmemeli, masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı daha fazla ihlal edilmemelidir. Sanıkların kendilerini aklama hakları vardır ve bu uğurda olan inançlarını dahi kaybetmelerine sebebiyet verecek linç ortamı artık terkedilmelidir. Bırakın mahkeme işini yapsın, bırakın maddi gerçekler ortaya çıksın. Maddi gerçeklerin ortaya çıkması eminim hiç kimseyi rahatsız etmeyecektir…

Ocak 2020’de yayımlanan “Zorunlu Ztandart Patent (SEP) Bağlamında Hakim Durumun Kötüye Kullanılması” adlı kitabın yazarı olan ERGÜN’ün, hakemli dergilerde yayımlanan pek çok akademik makalesi bulunmaktadır.
2015 yılından beri Milliyetçi Hareket Partisi Silivri İlçe Başkanlığı’nda yönetim kurulu üyesidir. Bunun yanı sıra; Silivri Kent Konseyi başkan yardımcılığı ve Silivri Kızılay başkan yardımcılığı ile denetçi görevlerinde bulunmuştur. Hukuk ve Arabuluculuk alanındaki çalışmalarını halen kurucusu olduğu Silivri’de bulunan Elite Hukuk & Arabuluculuk bürosunda sürdürmektedir. Ağırlıklı olarak sermaye şirketlerine danışmanlık hizmeti vermekte ve ağır ceza davaları ile ilgilenmektedir. İyi derecede İngilizce bilen ERGÜN, ciddi bir spor geçmişine de sahip olup, evli ve bir kız çocuğu babasıdır.