Burhan Akdağ dur ve düşün. Nerede hata yaptın?

Burhan Akdağ dur ve düşün.
Nerede hata yaptın?
Birinin, birisine, “Arkadaş” demesi için yaşanmışlıkların iyi, kırgınlıkların tedavi edilmiş olması gerekir…
Parantez içinde düne kadar Burhan Akdağ benim arkadaşımdı.
Geçmişi, yaşanmışlıkları çok anlatmayacağım.
Kahvesini de içtim, yemeğini de yedim… Misafirperverdir. Hakkını her zaman teslim ederim. Ama içindeki şeytana “dur” dediği zaman…
Hayatımızda bir kere kırıldık sonra düzeldik. Görünen o ki yine geriliyoruz ve kırılacağız.
Oysaki başlangıcımız umut vadediyordu. Şaşırtıcı bir buluşmaydı. Bizim dünyanın insanları hayret etmişti… O zaman dedik ki doğru yoldayız…
Yol doğruydu belki, ama ya yola çıkanlar? Doğru kişiler miydi?
Hayallerimiz vardı. Sakınmasız, çekincesiz yazıyorduk ve yazacaktık. Rüşvetin ve korkunun işlemediği bir güç haline gelecektik. Gazetecilik yapacaktık.
Birlikte deneyimlerimizi, profesyonel olarak hayata geçirecektik. Bu nedenle kendimize bir ad bulmuştuk. Üç silahşorlar demiştik. Adlarımızı ünlü romanın karakterlerinden bulmuştuk.
Tabii ki bu heyecanımızın romantizmiydi… Üç eski tüfektik sonuçta… Çakar çakmaz belli değildi.
Ve sonra! Yıkıldık ve dağıldık.
Boşa kürek çektiğimizi anladık.
Ayrıldık…
Ve sustuk. Bugüne kadar…
Bugün ne oldu? Bardak neden taştı?
Burhan Akdağ hayatının önemli kısmını geçirdiği Face’deki canlı yayınında bugün yalan söyledi… “Sahibi olduğum Bonjour dergisinin taklidini çıkarıyorlar. Çakmasını yapıyorlar…”
Burhan Akdağ yalan söylüyorsun. O derginin sahibi değilsin. İmtiyazını bizim adımıza başvurup aldın. Bunu da kanıtlarım…
Tek kişilik yayın olduğu için ona kimse doğru mu söylüyorsun diye sormadı. Ama ben soruyorum. Kaçamak yapmadan bu satırlara bakarak “Allah aşkına” doğruyu söyle.
Bonjour senin dergin miydi?
Açıklıyorum ve ispata davet ediyorum.
Eğer mertsen ve gazeteci namusun varsa şu yazdıklarımdan birine yalan de…
Çünkü ben, saygı duyduğum için adını vermeyeceğim, senin de gördüğün zaman el öptüğün büyük bir işadamına karşı yaptığın savunmana ve söylediklerine “yalan söylüyorsun” diyorum.
Yola çıkarken üçümüz adına aldığın imtiyazı nasıl benim diye sahiplenirsin?
Övünerek, “benim” diyerek sahip çıktığın, yazarından fotoğrafçısından izin almadan, telif bile ödemeden, tamamını internet sitesine koydurduğun röportajları kalemşorun Mehmet Sarışın’a yazdırdığın için müsterih misin?
Dikkat et suç işliyorsun. O söyleşilerin ve fotoğrafların yayın hakları bende. Ve yazılı olarak hak sahipleri bu izni bana verdiler…
Yayınlarım mahcup olursun sorumlu düşersin.
Sözünü ettiğin face canlı yayınında altını çizdiğin Bonjour Dergisine ne kadar katkın oldu?
Biz dergiyi matbaaya hazırlarken sen ne yapmıştın?
Bu dergi için kılını kıpırdattın mı?
Örneğin söyleşi için kimseyi aradın mı, gidip söyleşi yaptın mı? İki satır yazı yazdın mı?
Hiçbirini yapmadın Burhan Akdağ… Ama hiçbirini.
Hayat yoldaşın Aysun Hanımla, kapıdan geçerken uğradığın çalışma odamızda, o gecenin sabahına kadar derginin son ütüsünü yapan bizlere ne demiştin?
“Ben gidiyorum arkadaşlar. Bir şey olursa arayın.”
Biz senin çalışanın mıydık?
Benim kaşeme senin paran yetmez Burhan Akdağ.
Ne de eşim Menend Kalafat’ın ne de yılların gazetecisi Hakan Solaker’in kaşelerine de…
Kaldı ki Allah muhtaç etmesin senin yanına girip çalışmam da. Bu saydığım iki insan da…
Vicdanın varsa cevapla…Biz ortak olmasaydık, iki çocuğum evde tek başlarına uyurken karım ve ben senin “benim” diye sahiplendiğin dergide ne işimiz olabilirdi?
Yoksa bizi kandırdın mı Burhan Akdağ?
İmtiyaz haklarını hep kendi üzere alma gayretini şaşkınlıkla karşıladığım günlerde şeytanın “bu gayretten bir iş çıkmasın” sözlerine itibar etmeyip sana güvenmiştik. Bunu o günlerde Hakan’a söylemiştim. “Yok abi öyle şey yapmaz” demişti. Ama yaptın. Onu yanılttın, benim de güvenimi suiistimal ettin.
Sana en baştan güvenmemeliydik belki de!
Şeytanı haklı mı çıkarttın Burhan Akdağ?
Öyle ya, sen bizim arkadaşımızdın kaç yıllık.
Üstelikte ortaktık. Kaç yerde yazdık bu birlikteliği. Tv lere bile çıkıp açıkladık.
Kaç kişiye anlattık. Araya insert olmaya çalışanlar bile oldu. İtibar etmedik.
Birbirimize güvendiğimizi sandık. En azından Hakan’la ben.
ortaklığımıza şirket piarı almak için kaç gece dosyalar hazırladım. Adı lazım değil büyük bir hastanenin sahibiyle görüşmelere de gittik. Adamlara tanıtımlar yaptım, anlattım. Ne içindi bunlar. Her şeyin sahibi benim diyesin diye mi? Bunların hiçbir değeri yoktu değil mi? Her şey senindi. Ofise konulan her taş… Her emek… Böyle kader ortaklığı olur mu? Lebiderya odada otururken sen laf bile etmedim bütün gün güneş alan sıcaktan çalışılamayan odada durmaktan…
Önceden hesaplı kitaplı. Gizliden gizliye gard alarak… Vicdanın neden bu kadar rahat?
Hakan Solaker’i 10 aydır sırtımda taşıyorum ona ben bakıyorum diye konuşup onu incitmeye ne hakkın var?
Yanınızda değildim ama ben biliyorum 40 bin lira para yedi Hakan seninle birlikteyken… Ofis için aldığın bütün malzemeleri yine parasını Hakan Solaker’in verdiği ekstra 25 bin liralık çekten karşılamadın mı? “aman Savaş’a bu çeki ben verdim deme “ diye tembihlemedin mi?
Böyle şeyler söylenmez ama tahrik eder “dergimin çakmasını yapıyorlar” dersen de anlatılır.
Millet akla karayı bilsin diye…
Madem her şeyi döktük bana verdiğin 2150 TL Atv motor parasını da anlatayım. Okuyan millet içimiz dışımız her şeyi öğrensin. “onlar zaten yapamazlardı” diyenler arkamızdan teneke çalsın!
Bu paranın 1000 Tl sini senin gözünün önünde ev sahibine kiranın eksik olan kısmı için verdim. 400 TL sini de senin adına tescil olması için kuruma ödedim. 100 TL sini de, dergi için aldığımız birebir kopyalara…
Hakan’ın yakıt canavarı Mersedes’e koyduğumuz mazotu, dergiyi dağıtmak için gittiğimiz kilometrelerce yolu ve emeği saymıyorum… Senin vicdanen bize borcun var…
Almadığın ya da alamadığın reklamları sayma borçlu çıkarsın. Ben şahsen cebimden insanlara 2500 TL ödedim.
Bizi düşürdüğün duruma bak.
Hayatımda yapmadığım bir şeyi yaptırıyorsun. Bizim ekipteki en sakin adam olarak ben sana cevap yazıyorum.
Bilesin ki, Hakan’ı tutuyorum ağzından radikal bir şey çıkmasın diye…
Yine bilesin ki, eğer ben müsaade etmezsem kimse benim hakkımı yiyemez Burhan Akdağ.
Ne sen ne de bir başkası…
Hedef o “üç silahşorların” başarılı olmasıydı.
Dosta, düşmana, herkese.
Sen bunu anlayamadın. Bize de yazık ettin. Amacımıza da…
Üç ay bir kuruş girdi olmadan emek verenlere de bu saatten sonra galiz cümlelerle nankörlük yapılmaz… El öptüğün işadamı abine söylediğin gibi “günde yarım saat” mesai vermedik koskoca üç ayda… Sen, bize bir kuruş faydası olmayan festivalde gezerken, biz hem dergi yapıyor hem de site güncelliyorduk…
Yayınında diyorsun ki, “izin isteseydiler verirdim. Beni bu kadar masrafa soktular. Ben de Bonjour’u yapmazdım.”
Sözlerin itiraf gibi. “İnattan dergiyi çıkarıyorum” diyorsun Türkçesi. Hiçbir zaman o dergiyi yapmayı düşünmedin ki zaten.
Şunu bilmelisin ki yasal olarak imtiyaz sahibi göründüğün dergi hala sana ait değil… Bu iş yargıya giderse derginin ve diğerlerinin kimde kalıp kalmayacağı belli olmaz…
Yine gelelim dergiye…
Eğer o çalışma günlerinde sen orada olsaydın o dergide inan hakkın olurdu Burhan Akdağ.
Çünkü emek vermedin. Gönül koymadın. Bu yüzden hiçbir hakkın yok.
Derginin içindeki 4 sayfa arşiv haberinin resim altlarını bile biz yazdık. Kız arkadaşınla sen evdeyken… Ofisle ev üç adımlık mesafedeyken. Kaç kere Hakan Solaker telefonla aradı seni evden? Üç kere… Ulaşamadılar sana. Bu kadar ilgiliydin çünkü. Sana kız arkadaşından ulaşıldı. Gecenin o kör vaktinde… Niye? Çünkü verdiğin nostalji resimlerin alt yazılarını bile yazmadan gitmiştin. Bu sadece bizim işimiz miydi?
Hangi emekten hangi sahiplikten söz ediyorsun.
Senin gazeteciliğin benim gözümde ne zaman bitti biliyor musun? Baskı için sorun yaşadığımız o kritik anlarda baskı onayını verecek yetkilinin kapısında beklerken “ben bu kadınla konuşamam, takı defilesi var. Oraya gideceğim, defile benim için daha önemli” dediğin an…
Yazıklar olsun… Beni tek başıma bırakıp gittin ve ben Allah’ın izniyle o kadından onay için söz aldım… Hiç tanımadığım halde…
Hala benim dergim diyorsun değil mi? Yazık olmuş bize… Keşke söylediğin gibi gerçekten senin dergin olsaydı Bonjour. Belki daha çok emek verirdin. Şimdi ki hırsın çaban gibi…
Eğer dergiyi inat için çıkaracaksan daha fazla kendini yorma. İnanmadığın, emek veremeyeceğin ama havasını atmaya çalıştığın yayınla ilgili insanları da peşinden sürükleme…
10 yıldır sitenin domaini bende dediğin kelebekmagazin.com internet sitesine kaç tane canlı yayın kaç tane haber yaptığımızı sitenin “hit”i bizim bu çabamızla nasıl arttığını gördün. Bu yüzden hürriyet gazetesinin avukatlarına bile isim yüzünden savcılığa ifade verdin.
Koca Hürriyet gazetesi 10 yıldır seni fark etmedi de neden siteyi yayına açtığımızı ikinci haftasında yargıya başvurdu? Bir düşün. O site de senin gibi gözüküyor. Emek kimin? Bir kere, bir satır yazdın mı? Face yazdığın haberleri bile siteye layık görmedin. Senin “sahiplik” anlayışın bu kadar…
Bütün emeklerimize sahip çıkmaya çalışıyorsun.
İstersem bu emeklerimi senden almasını bilirim, bilesin. Basın hukukundan iyi anlarım. Meslek hayatımın büyük kısmında yöneticilik yaptım…
Ben bu saçma sapan hesaplaşmayı burada keseceğim. Sen sen ol, nerede konuşuyorsan cümlelerine dikkat et. Bir söz vardır uyarayım. “sakin atın tekmesi pek olur” diye…
Sana emaneten bıraktığımız o dergiye iyi sahip ol. Broşür niyetine, sadece hırs olsun diye heba etme…
Son bir not: Annenin ellerinden öperim. Uzun süre onun namazgâhını kullandım. Allah razı olsun. Ofisten giderken o namazgâhı yanımda, tespihiyle birlikte alıp götürmedim. Bilesin ve sağdan soldan duymayayım, uyarıyorum. Ben Allah’tan korkarım.

Exit mobile version