Yıllardır mahkeme salonlarındayım.
Ama bir hâkim olarak değil, bir savcı ya da avukat olarak da değil.
Suçlu da değilim.
Ben oradayım çünkü söylenemeyenleri dillendirmek, anlaşılmayanı çevirmek zorundayım.
Kelimeler benim değil; onlar benim yüküm.
Bir tercüman olarak, insan kaçakçılarının yanında, onların en kırılgan anlarında bulunuyordum.
Ellerinde kelepçeler, gözlerinde yorgunluk…
Onun duruşması, onun ifadesi, hepsi içime işledi.
Bazen göz göze geldiğimizde çok şey anlatır gözler.
Ama onlar da bilir:
“Ben sadece söyleneni çevirebilirim.”
Onların kelimelerini başka bir dile taşırken, aslında bir anlamda onların hikâyelerini de sırtlanıyorum.
Çoğu zaman yalnızca kelime çevrilmez.
Kimi zaman pişmanlığın ağırlığına, kimi zaman çaresizliğin yankısına tercümanlık…
Bir gün, genç bir adam elleri kelepçeli halde bana döndü ve fısıldadı:
“Sen beni nasıl çevireceksin? Ben çaresizlik konuşuyorum. Senin sözlüğünde var mı bu dil?”
Yutkundum.
Sadece “Elimden geleni yapacağım” diyebildim.
Ama içimden geçen şuydu: “Keşke senin anlatacak böyle bir hikâyen hiç olmasaydı.”
O anlarda bir çevirmen değil, bir tanıktım.
Savaşlardan kaçmış, açlıktan sürüklenmiş, çocuklarını yaşatmak için suçun kıyısında dolaşmış insanlar…
Bir kadının çantasından çocuğunun fotoğrafı çıktı.
Gözyaşlarını sildi, bana eğildi:
“O hâlâ bana ‘anne’ diyor mu sizce?”
Ne cevap verdim bilmiyorum…
Ama içimden koca bir “Evet” geçti.
Kimi zaman gözlerime bakıp “Ben aslında kötü biri değilim” dediklerinde, bir şey diyemiyordum.
Ama içimde bir düğüm oluşurdu.
Çünkü o düğüm artık onların değil, benimdi.
Zamanla bu salonlar sadece adaletin değil, insanlığın da tartışıldığı yerler haline geldi.
Bazen karar kesilirken bir an durur zaman.
Sessizlik iner salona.
Ve o özgürlük, aslında hepimizin kulağında çınlayan sessiz bir çığlıktır.
Hâkimin karar vermesinden önce,
1 saniye, belki 2… ama o an zaman durur.
Sessizlikte herkes kendi emeğinin duruşmasını yaşar.
Benim için de zaman orada durur — ne sanığın yanındayım, ne karşısında.
Ama onun kelimesiyle biraz daha ağırlaşan bir yük taşıyarak…
Çevirmeye başladığım her cümlede, sanki bir çuval taş daha sırtıma yükleniyor.
“Yaptım ama pişmanım” der biri, gözümün içine bakar.
Ama ben bu pişmanlığı gramer kurallarıyla taşıyamam ki…
Alışılacak bir şey değil bu.
Alışmak, hissizleşmek olurdu.
Ve ben hiçbir zaman o işleme girmek istemedim.
Bu nedenle onun duruşmasından sonra içeride bir temel oluşur.
O insanların acıları, umutları, hayal kırıklıkları benimle birlikte gelir.
Her biri bir iz bırakır.
Bazen bir bakış,
bazen bir his,
bazen bir cümle…
Hepsi içimde saklanır.
“Beni çocukların bakış açısıyla anlat” dedi biri.
O cümle, kulaklarımda yankılandı.
Dışarıda güneşli bir gün olabilir.
İnsanlar aceleyle işe gider, kahvelerini yudumlar.
Ama bende hep bir gölge olur.
Çünkü o salonlarda dinlediğim hikâyeler bitmez.
Aynı senaryolar, sadece başka isimlerle yeniden sahnelenir.
Bir sabah erken saatlerde mahkemeye giderken, bir kadınla göz göze geldim…
Elinde kahve, kulağında müzik…
Bense çantamda, 43 yaşında üç çocuk annesi bir kadının hayatını taşıyordum.
O kadın, o sabah “kaçakçılık”tan değil, hayatta kalmaktan yargılanacaktı.
Bir çark döner.
Ve ben, o çarkın içinde yaşarken, görünmeden yorulmadan durmaya çalışırım.
Kimi zaman ayrıcalıklı bir dişli gibiyim:
Dönerim, çeviririm ama ses çıkarmam.
Bu iş sadece kelimeleri çevirmek değil.
Bu, insanlığın kırık dökük bir şekilde devam etmesini sağlamak demek.
Bazen bir annenin ağrısına tercüman olmak…
Bazen bir çocuğun “Babam ne zaman dönecek?” sorusunu sadece duymak, ama hiçbir dile çevirmemek demek…
Çünkü bazı sorular vardır, tercümesi yoktur.
Ve bazı cümleler dudaktan değil, yürekten çıkar.
Çevirirken sadece kelimeler değil, ağır bir yükün altına girme çabası da sarf edilir.
Ve en zoru da, her seferinde sessiz kalmak zorunda olmaktır.
Çünkü benim sesim değil, onların kelimeleri konuşur.
Ben sadece bir yansımayım; ne bağırabilirim ne susabilirim.
Ben buradayım.
O soğuk salonlarda, göz göze geldiğim her insanın yüreğinden biraz da kendi yüreğimi alarak…
Görünmeyen.
Ama hiç eksilmeden.
Çünkü bazı insanlar test edilir, bazıları tanıklık eder…
Ama ben, onların sınavında, yüklerini çeviriyorum.
Ve bu yükün dili yok.
Ağır bir yük ve sessiz bir çığlığı var…